top of page

ROMATİZMAL HASTALIKLARIN 5 NEDENİ

Romatizmal hastalığı olan bir yakınınız varsa veya kendiniz romatizmadan muzdarip iseniz mutlaka:


''Bu hastalığı her hangi bir alternatif yöntem ile iyileştiremezsiniz''


''Ağır, iyileşmesi mümkün olmayan bir hastalık bu''


''Önümüzdeki bir kaç ay içerisinde ilaç tedavisine başlamazsanız tekerlekli sandalyeye mahkum olursunuz''


gibi sözlerle yüzleşmek zorunda kalmışsınızdır. Belki belli bir süre farklı yöntemler deneyerek ilaç kullanmadan yaşamaya çalışmış fakat sonra ilaç kullanmak zorunda kalmış olabilirsiniz. Denediğiniz yöntemler arttıkça, belki bir süre birazcık iyi hissetmenin ardından tekrar kötü olmaya başladıkça ve özellikle romatizma ilaçlarınız da yeterince fayda sağlamadıkça ümidiniz giderek kırılmaya başlar ve artık hastalığınızı da kabullenmeye başlarsınız.


Romatizmal spektrumdan bir çok danışanım oldu, hastalığın tedavisi uzun ve farklı bileşenlerden oluştuğu için, tüm bu sürecin hasta tarafından ne kadarının yapılabilir olduğuna bağlı olarak farklı sonuçlar aldık. Bugün bu yazı ile sizlere artık bu hastalığın nedenlerine dair derli toplu bir bilgi sunmak istedim.


internetten araştırdığınızda veya doktorunuza danıştığınızda edindiğiniz bilgiler aşağı yukarı hep aynıdır.


1. İyileştirilemez. hiç bir şey yapamazsınız, sebepleri de belli değildir, sebebi belli olmayınca iyileşmesi de mümkün olmamaktadır


2. otoimmün hastalık. Vücudun kendi hücrelerinin kendine saldırması. yani siz koruması gereken hücreler size saldırmaya başlamıştır, korku filmi gibi :)


3. öğreneceğiniz üçüncü şey ise temel terapiye başlamanız gerektiği oluyor, ilaç kullanımına başlamak zorundasınızdır ve sonrasında herkesin korkulu rüyası olan yan etkiler serüveni başlar. Yan etki konusu olmasaydı ilaçlar gerçekten bir rahmet diyebilirdik, ne yazık ki durum öyle değil. Yan etkiler başlarsa onlara karşı kullanılabilecek ilaçlar kullanılır, merak etmeyin denilir her şey kontrolümüz altında, her yan etki için yeni bir ilacımız bulunuyor nasılsa.

Oysa yavaş yavaş vücut çökmeye başlar ve hasta kendini çıkmaz bir yolun sonunda bulur.


4. olarak bir romatizma hastası olarak hobilerinizden vazgeçmeyi öğrenmeniz gerektiği bilgisini almış olursunuz. bazı müzik enstrümanlarını çalmayı, bazı spor türlerini yapmayı bırakmanız gerekir. daha küçük düşünmeyi öğrenmek zorunda kalırsınız.


Sonra bir de ağrılar vardır ki işin en kötü yanı da budur. Sizi hiç rahat bırakmayan bu ağrılar size ne demek istiyorlar acaba? hiç düşündünüz mü? Bu ağrılarla vücudun size söylemek istediği şudur: ''burada yolunda gitmeyen bir şeyler var''


Şayet romatizma gerçekten iyileşmeyecek olan bir hastalık olsaydı, bu ağrıların olmaması gerekirdi, bir alarm, vücudun bir uyarı işareti olan ağrılar varsa yapılabilecek ve yapılması gereken bir şeyler var demektir. Vücut zaten hastalığın sonuçları nedeniyle yeterince sorun yaşamaktayken neden bir de ağrı üretsin ki!


Sonra bu insanlar bir takım alternatifler denerler, normal bir hayat sürebilmek için, en azından ağrılarını biraz dindirebilmek için her sunulanı denerler. Birileri gelir bu otu kullan, bu şurubu iç falan der ve bu insanlar her deneme sonucunda yaşadıkları hayal kırıklıkları ile yıllar sonra artık teslim olur ve kaderim miş, çekmem gereken cezam var mış gibi bir takım ruhsal ögelerle teslim olurlar.


Şunu söyleyebilirim ki, hastalığın nedenini anladığınız zaman, sonuna kadar savaşmaya değdiğini de anlamnış olacaksınız. Ağrılardan ve ilaçlardan kurtulmak, tekrar aile yaşamında aktif olmak, keyif aldığınız hobilerinize devam edebilmek, çalışmaya ve kendi ayakları üzerinde durmaya devam edebilmek için savaşmaya değer. Günün birinde başka ümitsizliğe kapılmış olan hastalara motivasyon olmak için de savaşmaya değer! sürekli ağrılar içerisinde, hayattan kopmuş ve iyileşmeyeceğine inanan bir insana '' bak ben başardım, kim ne derse desin başardım, sen de başarabilirsin'' diyebilmek ne güzel olurdu değil mi? Toplum içerisinde, başkalarını aşağı çeken değil onlara motivatör olmak harika bir duygu.


Ayrıca hastalığın bizi kontrol altına almaması için de bu mücadeleye değer. Bu çok önemlidir, hemen bugün hastalığın kontrolünü elinize almaya karar vermelisiniz. işte o zaman hayat farklı bir ufuğa sahip olacak, bulutlar dağılacak ve yeni renkler görünmeye başlayacaklar.


Konumuz romatizmanın sebepleri ve neredeyse tüm romatizma hastalarının hepsinde bu sebepler bulunmaktadır, şimdi bunlara değinelim.


1. Sebep, böbreklerin doğru çalışmıyor olması.

2. sebep karaciğer.

3. sebep bağırsaklar

4. oral yani ağız ile ilgili sebepler

ve 5. sebep olarak psikoloji


Peki buralarda ne tür sorunlar oluşabilir ve bunlar nasıl romatizmaya yol açabilirler? dilim döndüğü kadar bunlardan da birazcık bahsetmek istiyorum


Öncelikle böbreklerden başlayalım. Böbreğin romatizma ile nasıl bir ilgisi olabileceğini anlamak için öncelikle onun görevlerini biraz anlamamız gerekiyor.


Böbreklerimiz günlük 1500 litre kanı filitre ederler. Aklınıza 120 cm eninde ve 120 cm boyunda bir bidon getirin, kan ile dolu ve tüm bu miktarı böbreklerimiz tüm gün boyunca filitre etmek zorundadırlar. Tabi ki vücudumuzda bu kadar kan yok ancak vücudumuzda bulunan kan sürekli olarak yeniden yeniden böbrekler tarafından filitrelenmek zorundadır.


Peki böbrekler sizce bunu neden yapıyorlar? Can sıkıntısından değil elbette, bunun önemli bir fonksiyonu vardır. Çizgi film kayıp balık nemoyu izleyenler hatırlayacaklardır, hani nemo babasından ve denizden koparılıp bir akvaryuma hapsedildiğinde, tekrar denize dönmek için bir yol arıyordu ve son çare olarak akvaryumun filitresini tıkamışlardı, bunun nedeni akvaryumun kirlenmesini sağlamaktı, kirlenen akvaryumu gören akvaryum sahibi balıkları su dolu bir poşet ile akvaryumdan çıkaracak ve filitreyi temizleyecekti, o esnada balıklar kaçma fırsatı bulacaklardı. İşte böbreklerimiz tam olarak o akvaryumdaki filitredir, böbrekler işlevlerini yapamadıklarında vücut sıvısı kirlenecek, yapışkan hale gelecek ve kokmaya başlayacaktır. Kirli suyun içerisinde balıklar daha iyi görsünler diye dalgıç gözlüğü kullanmazlar, nefes alabilmek için oksijen tüpü de kullanmazlar, o su derhal arıtılmaz, temizlenmezse bir süre sonra balıkların sonu ölüm olur. Filmde akvaryumun sahibi sudan bir miktar alarak laboratuvara gönderip analiz de istememişti, bu suya neler oluyor böyle diye düşünmeye bile gerek görmemişti değil mi. fakat biz ne yaparız? hemen kan verir ve test yapılmasını isteriz. Bu kana ne oluyor böyle diye düşünür de düşünürüz fakat kimse acaba bu kanın filitresinde bir bozukluk olabilir mi diye düşünmez.


Böbreklerimizin bir diğer görevi de asit baz dengesini düzenlemektir. Romatizmanın bir asitlenme olduğunu da duymuşsunuzdur sanırım. Böbrekler düzenli çalışmadığında asit düzeyi sürekli olarak yükselir.


Görevlerinden bir tanesi ise metabolit atıkların idrar yolu ile vücuttan atılmasını sağlamaktır. Böbreklerimiz düzenli çalışıyorsa bu atıkları vücuttan çıkarabilir aksi taktirde bu atıklar vücutta birikmeye devam ederler. Bir kısmı atılsa da bir kısmı vücutta kalır, fakat bir kısmının atılıyor olması sizleri yanıltmasın, bugün bir parçası kalır yarında bir parça daha kalırsa bu bir bütün olur ve bu her geçen gün artmaya devam eder. İlk etapta kendinizi hala sağlıklı hissedersiniz fakat bir gün ilk semptomlar belirmeye başlar. romatizmanın bugünden yarına aniden belirdiğini düşünemeyiz. Aslında romatizmadan çok daha önce belki alerjiler, geçmeyen baş ağrıları, ufak ufak kaşıntılar falan olmuştur.


Ayrıca böbreklerimiz kan basıncını düzenler. Kan basıncı çok düşük olursa organlara yeterli miktarda oksijen ulaşmaz, hücreler hasar alır ve besin maddeleri de yeterli miktarda ulaşmaz. . Kan basıncı yüksek olduğunda ise organlar yine hasar alırlar.


Böbreklerimizin bir diğer görevi vücudumuzdaki su oranını dengede tutmaktır. vücudumuzun yaklaşık %70-80'ni sudur ve bu su miktarına karar veren organ böbreklerdir. su miktarı stabil olmalıdır. çoğu kilolu insanın sahip olduğu şey de yağ değil sudur. böbrek işlevinin yeterli olmaması sonucunda biriken su da bazen yanlış olarak yağ olarak yorumlanabiliyor. ki bu durumda sıklıkla karaciğer de rol almaktadır.


Peki böbreklerin sorunu ne, onlar neden hasar almış olabilirler. Bir çoğunuz böbrek taşı, iltihapları gibi sorunlar yaşamışsınızdır, tüm bunlar böbreklerin kanalları ve kanalcıkları tıkandığı zaman meydana gelen semptomlar ve sorunlardır. böyle bir tıkanma sonucunda böbreklerin görevlerini yerine getirebilmesi mümkün olmaz.


İnsan hemen hasta olmuyor, yavaş yavaş gelişiyor. Çözüm böbrekleri yeniden düzenlemek, rejenere etmektir. bunun için kullanılabilecek bazı doğal maddeler var fakat doğal maddeler kimyasal baskılayıcılar gibi hemen etki göstermezler, biraz zamana ihtiyaç vardır, tabi bu her zaman geçerli değildir. bazı insanlar bir kaç gün içerisinde fayda görürler, bazıları biraz daha zaman ister, bu süreçte sıkılıp bıkmamak vazgeçmemek önemli olan.


şimdi karaciğere gelelim. Karaciğer bir sanayi firması gibidir. o kadar komplike işlemleri vardır ki akıl almaz, kocaman bir laboratuvardır, onu taklit bile edemeyiz, dünyanın hiç bir mühendisi böyle bir laboratuvar inşa edemezdi.


Normal şartlarda 1.6 litreye kadar safra üretir. tıkalı bir karaciğer ise yaklaşık 0.3 litre yani 300 ml safra üretir. Henüz karaciğer değerleri normal olsa bile işlev yeterli değildir. karaciğer değerleri yüksek olduğunda zaten kırmızı alarm anlamına geliyor. fakat karaciğer değerleri normal çıktığında bu ille de karaciğerimizin sağlıklı çalıştığı anlamına gelmiyor. her zaman kan değerlerine güvenemeyiz, bu böbreklerimiz için de geçerlidir.


Karaciğerimiz kimyasal ilaçları, uyuşturucu maddeleri, hormonları, ağır metalleri ve daha bir çok toksini elimine eder. Bu nedenle ilaç prospektüslerinin çoğunda karaciğer değerleriniz yüksek ise dikkatli kullanınız şeklinde bir uyarı bulursunuz, karaciğer ne kadar iyi çalışıyorsa ilaç yan etkileri o kadar geç belirir veya hafif belirir.

Her gün yeni hormonlar üretilir ve eski hormonlar parçalanması gerekir, bu aşama düzgün işlemezse tüm bir sistem karışır. Yani karaciğerin yapması gereken iş çok fazladır, karaciğer iyi çalıştığı zaman ağır metallerle de başa çıkması daha kolay olur.


Karaciğer vücudu onarmak için önemli proteinler üretir. Aslında bedenimiz 24 saat boyunca restore edilmektedir. Sürekli olarak bir takım hücreler parçalanır ve yerine yenisi yapılır. Dünyada hiç kendini yenileyen bir bina gördünüz veya duydunuz mu? böyle bir bina duysaydınız çok şaşırırdınız değil mi? bilimde ne kadar ilerlediğimizi hayranlıkla anlatırdınız, ama vücudumuz bunu sürekli olarak yapıyor zaten, bunu da bilin istedim. Karaciğer işte bu yapıtaşlarınıda temin eder, bu yapı taşları eksildiğinde farklı hücrelerin yapımı için gerekli olan malzeme de eksilmiş olur. romatizmal hastalıklarda yenilenemeyen bölge çoğu zaman kıkırdaktır. kıkırdağın aşınan bir parça olduğu kocaman bir yalandır. biz tekerleri değiştirilmesi gereken arabalar değiliz. kıkırdak diğer tüm dokularımız gibi her gün parçalanır, hareket ettikçe parçalanır ve parçalanan kısımlar yeniden yapılır. Karaciğer iyi çalışmadığında yapım aşaması yavaşlar ve yıkım oranına yetişemez, kıkırdağın doku kaybı bu şekilde oluşur. kıkırdak aşınmayla kaybolan, yapımı olmayan, bir dengesi olmayan bir doku olsaydı sporcuların hali nasıl olurdu bir düşünün? aslında kıkırdak dokusu kullanıma bağlı olarak daha fazla parçalandığında vücut daha hızlı yapım sağlar, hatta belli bir kıkırdak çok fazla kullanılıyorsa bu duruma uygun olarak oradaki dokuyu daha kalın hale getirerek dengeyi sağlar.


Kıkırdak dokusu tamamen yok olan fakat tam beden temizliği sonrasında tekrar eski sağlığına kavuşan sayısız hasta vardır. yamulan parmakların tekrar düzeldiğini gösteren röntgen görüntüleri var, tıp buna anlam veremediği için ''spontan iyileşme'' deyip geçse de biz bunun nereden kaynaklı olduğunu biliyoruz. bu sizi şaşırtmasın, hemen hücrelerin yapı taşlarını, her gün yıkılıp yeniden yapıldığını hatırlayın lutfen. Hücreler neye göre yeniden yapılır, ezbere mi? tabi ki hayır, her hücre kendi içinde tüm yapı planını barındırır ve bu plana göre yapım sürekli olarak devam eder, o halde yapım sekteye uğratılmadığı müddetçe devam edecektir ve bu doğal bir süreçtir, şaşılacak bir şey değil.


Karaciğerimiz kan şekerini de dengede tutar. Tıpkı böbreklerimizin su oranını dengede tutması gibi kan şekerini dengede tutmakta karaciğerin işidir. sürekli olarak bir denge söz konusudur. Şeker her zaman kötü değildir, şekere ihtiyacımız da vardır. derinlere girmeyeceğim fakat aldığımız şeker miktarı ve türü ihtiyacımız olandan çok fazla ve kullanım açısından da çok kötü.


karaciğer hastalıklara karşı savaşır. eğer bir bakteri sadece bir mili saniye bir karaciğer hücresi ile temas ederse anında etkisiz hale gelir, tabi ki karaciğer işlev görüyorsa. örneğin borelyoz (lyme) dediğimiz bakteri türünün sağlıklı bir karaciğer karşısında hiç şansı yoktur. sadece karaciğer zayıf düştüğünde bu tür hastalıklar şans sahibi olabilirler. karaciğer parazitleri, virüsleri her şeyi elimine edebilir. Karaciğer bir maddeyi tanımadığında anında onu yok eder. Fakat karaciğer güçlü değilse bunlarla başa çıkamaz, geçişine izin verir ve böylece kana karışarak tüm hücrelere ulaşması da mümkün olur.


görevi biten kırmızı ve beyaz kan hücrelerinin dışa taşınması da karaciğer aracılığı ile gerçekleşir. bu yapılamadığında eski kan hücreleri kanda kalır, kan hücreleri birbirine yapışmaya başlar, kan koyu ve sağlıksız olmaya başlar. karaciğer mümkün olabilecek en iyi kan temizleyicidir. tıpkı böbrekler gibi o da bazı maddelerin kandan atılmasını sağlar.


karaciğer lenf sıvısı üretir. vücudumuzda iki litre kadar bulunur ve kandan az daha yavaş akar. lenf sıvısı hücrelerimizi, eklemlerimizi yapı malzemeleri ile besler ve atık maddeleri tekrar dışa taşır, yani bir kanalizason görevi görür. karaciğer fonksiyonu sağlam olmadığında bu sıvının akışı ve bileşimide optimum düzeyde olmaz. Lenf sıvısının akışı iyi olmadığında ise tıkanmalar olur. ve akmayan sıvıların bozulmaya başladığını hepimiz biliriz.


Karaciğerimiz vitaminleri, mineraller, demir, ve bakırı depolar. ve ihtiyaç olduğunda onları tekrar hizmete sunar. yani karaciğer fonksiyonu iyi olmadığında ihtiyacımız olan bu maddeler açısından da yoksunluk başlar. Böyle bir durumda tüm bu maddeleri takviye olarak aldığımızda fayda görürüz fakat bu asıl sorunu çözmediğimiz sürece geçici bir çözüm olacaktır. çünkü söz konusu olan bütün bir sistemdir.


karaciğerimiz kan pıhtılaşmasını da kontrol altında tutar. bu çok önemli bir faktördür. ayrıca kalsiyum ve fosfor metabolizması da yine karaciğer tarafından kontrol altında tutulur. kalsiyum ve fosfor eklemler ve kıkırdak için çok önemlidir. burada oluşan sorunda bizim yıpranır ve aşınır olmamızda bir etkendir.


karaciğer, hayati önem taşıyan enzimleri de üretir. enzimler olmadan yaşamak mümkün değildir. enzimler vücudumuzda tüm mekanizmaları yönlendirirler. vücudumuzda enzimler az olduğunda beyinden ayaklara kadar tüm organlarımız zarar görür.


karaciğerin ana problemi nedir? karaciğer neden bir gün yeter artık, artık yapamıyorum der acaba? intra-hepatik, yani karaciğerin içerisinde bulunan taşlar safra kanallarını tıkar, karaciğerin içerisinde, içinden safra akan küçük kanallar bulunur, bu küçük kanallar bir yerden sonra bir araya gelir ve safra kesesine giden ana hatta bağlanırlar, hasta insanlarda işte bu kanallar tıkalıdır. İntra-hepatik taşlar %95 oranda kolestrolden oluşan safra taşlarıdır, geri kalan kısmı safrayı oluşturan diğer maddelerden oluşur. Bu taşlarda kalsiyum bulunmaz, bu nedenle de röntgende görülmezler. Safra kesesinde oluşan ve kalsiyum içeren sert taşlar gibi değillerdir, eğer iyi bir doktor çok iyi inceler ve bakarsa göreceği şey yalnızca genişlemiş olan safra kanallarıdır, doğrudan taşları göremez. Bu durumda doktor karaciğerin büyümüş olduğunu veya karaciğer yağlanması olduğunu söyleyecektir.


Bir insan karaciğerini temizlerse, karaciğer tekrar kendini toparlar, iyi haber şu ki karaciğer çok uzun süre bir çok şeyi tolere eder ve hızla kendini yenileyebilen bir organdır, ancak sorun olan bir şey var, karaciğerinizden 2000 tane taş düşürseniz ve bir tane taş ana kanalı tıkayacak nitelikte kalsa, temizlik tamam olmuş sayılmaz ve sorunlar devam eder. bu nedenle detox yapmak isteyen insanlar biraz istikrarlı olmaları gerekir.


3. sebebimize gelelim. Alman'ca bir söz vardır, ölüm bağırsaklarda oturur!


Öncelikle bağırsağın görevlerinden kısaca bahsetmek istiyorum.


Bağırsağı bir hortuma benzetecek olursak bu 8 metrelik bir hortum olacaktır, bu hortumun toprağın altından geçtiğini düşünün, düzenli ve sık aralıklarla açılmış olan delikler sayesinde bahçeyi suluyor olsun. Tıpkı bu şekilde bağırsaklarımızın görevlerinden biri besin maddelerini bedene sunmaktır. işe yaramayan maddeleri atmakta onun görevlerinden biridir. Savunma sistemimizin %80'i bağırsaklarımızda bulunur, bunu sağlayan bağırsaklarımızda bulunan ve besin maddelerini parçalayan hazırlayan bakterilerdir, bu bakteriler normalde 3 kilo civarında olması gerekiyor. Bu bakterilerin %20 kadarı kötü bakterilerdir fakat hasta insanlarda bu oran tam tersi oluyor diyebiliriz yani çoğunluk kötü, azınlık iyi bakterilerden oluşuyor. Şimdi toprağın altındaki hortumdan bir şekilde içerisinde minik taş parçaları bulunan çamur atılması gerektiğini düşünün, bu küçük taş parçaları hortumun deliklerini tıkayacaktır, belki hortumun diğer ucundan bir miktar su dışarı çıkmayı başaracaktır fakat çimenler önce sararacak, buruşacak ve sonra da ölecektir.


Bağırsakların problemi ise bağırsakların içerisinde oluşan cüruftur, bu kelime belki size de yabancı gelebilir, ben Almanca kelimeyi çeviri yaptığım zaman bu kelimeyi buldum, anlamlarından bir tanesi de kalöriferlerden çıkan yanmış kömür artığı imiş. yani böyle zift gibi yapışkan bir eriyik düşünün işte öyle bir şey. ve vücudun neresinde olursa olsun, kir, toksin bulunduğu zaman vücut buna mukus ile yanıt verir, o maddeyi mukusun içine hapseder ve dışarı atar. işe yaramayan maddeler veya zehirli olan maddeler bağırsaklarımıza ulaştığında onu bir mukusun içine hapseder ve atar, buradaki amaç tüm bunların vücuda dağılmamasını sağlamaktır. bu tehlikeli maddeler zaman zaman vücuda giriş yaptıklarında bu bir sorun oluşturmaz, fakat hergün hergün mukus üretilirse ki bunun sebeplerinden biri de yeterli safra bulunmamasıdır, çünkü safra yağları , proteinleri ve kalsiyumu parçalar.


Fakat bağırsaklar sürekli olarak mukus üretmek zorunda kaldığında malesef hepsi atılamıyor ve mukus bağırsak duvarlarında yapışıp sertleşiyor. zaman içerisinde bu mukus o kadar sertleşebiliyor ki otopsi yapıldığında mukusu kesmekte zorlanıyorlar. burada mikro maddeden bahsetmiyoruz, 3-8 kiloya varan bir ağırlıktan bahsediyoruz, metrelere varan uzunluğu olan bu mukus bağırsaklarımızın duvarlarını kapatıyor ve böylece besin maddelerinden faydalanamıyoruz. bu durumda ne kadar yersek yiyelim doyurabildiğimiz tek şey midemiz oluyor, metabolik olarak aslında açlıktan ölüyoruz.


Ayrıca lenfde artık engelsiz bir şekilde akamıyor. bağırsak temizliği yapıldığı zaman bunun 5 özelliği bulunması gerekir.


bağırsaktaki atık maddeler, katı mukus tabakası mideden anüse kadar tüm bağırsaklardan sökülüp atılması gerekir. bu tabaka çözülmeye başladığı zaman, yine bağırsak duvarlarından vücuda yayılabilen toksin maddeler ortaya çıkar, bu nedenle aynı zamanda kan temizlenmesi gerekir. Bu temizliğin arkasından bağırsak tekrar yapılandırılması gerekir


çocukluktan itibaren zehirlenmeye başlıyoruz, bu döngü zaten aşıların içerisinde bulunan maddelerle tetikleniyor. bir yaşında, bir buçuk yaşında çocuklarda romatizma nasıl mümkün olabilir?

temizlenmemiş böbrekler böyle bir durumda tüm bu zehirle başa çıkamaz, bu nedenle öncesinde böbreklerin temizlenmiş olması gerekiyor.


romatizmal hastalıkların bir diğer nedeni herkeste olmasa da bir çok insanda diş ve çene kısmından kaynaklı oluyor. birinci sebep amalgam dolgular, belki daha önce var olup çıkarılmış olan amalgam dolgular veya hala dişimizde duran dolgular. Amalgam karışımın içerisinde bulunan civa yediklerimiz, içtiklerimiz ve tükürük vasıtasıyla her saniye gaz formunda vücudumuza salgılanıyor. Aşağı yukarı 7-8 yıl sonra amalgam dolgumuzda neredeyse hiç civa kalmıyor, hepsi vücudumuza karışmış oluyor. vücudumuzda bazı proteinlere bağlanıp kalıyor ve o proteinler artık kullanılamaz oluyorlar. bunun neticesi otoimmün hastalıklar oluşuyor örneğin, otoimmün hastalık dediğimiz şikayetlerin altında genellikle ağır metal yoğunluğu bulunuyor, bu konu çokça araştırılıp incelendiği halde gündeme getirilmiyor ve gereği de yapılmıyor.


Ağız içinden kaynaklı sebeplerden bir tanesi de ölü dişler, bu çok büyük ve karmaşık bir konu. sorun şu ki ölü dişler ağrı yapmazlar ve bir şey ağrımadığında her şey yolundaymış gibi davranılır. her hangi bir nedenle diş kökünde bulunan sinirler öldüğü zaman ağrı olmaz fakat problem asıl o zaman başlar. Diş köküne biriken bakteriler nedeniyle orada toksikasyona yol açan bazı protein bağlantıları oluşur. Bir araştırmaya göre, bu protein bağlantıları ile yapılan bir deneyde iki damla derisi ile temas eden bir kişinin öldüğüne dair bir yazı okumuştum yani orada deri ile temasta başka hangi etkenler söz konusu idi bilemiyorum fakat bunun ne kadar zehirli olduğuna dikkat çekmek istiyorum. Şöyle düşünün, canlı bir doku öldüğü zaman bakteriler tarafından o doku parçalanması gerekir, bu nedenle cansız bedenler çürüyorlar biliyorsunuz, aynı şey sinir dokularının öldürüldüğü o bölgede de oluyor ve tıpkı bir ölünün vücudundan çıkan o zehirli gazlar gibi o dokunun altında gaz oluşuyor ve bu miktar öldürmek için az, yaşamak için çok fazla oluyor, öldürmez süründürür dediğimiz şey tam olarak böyle bir şey.


Bu ölü bölge çoğu zaman fark edilmez ve eğer bir gün bir doktor bunu fark edecek olursa bir kanal dolgusu yapılır, ki bu da çene bölgesinde bir başka nedendir, çoğu zaman bu dolgu tam doğru yapılamaz yani dolgu yeterli bir alanı doğru bir pozisyonda kaplamaz. doğru otursa bile o ince dentrin kanallarını dolduramazlar ve bakteriler bu durumda da yine oraya birikerek işlerini yaparlar. netice olarak iltihaplanma başlar, ne yazık ki çene iltihaplarının ancak %50 kadar bir kısmı röntgen ile görülebiliyor, yani doktor bakıyor ve vakaların yarısını göremiyor, böylece sebeplerden bir tanesi gözümüzden kaçmış oluyor. Bu nedenle şayet kanal tedavisi yapılmış dişiniz varsa o dişin çıkarılması gerektiğini unutmamalısınız.


Şayet ağzınızda amalgam dolgu varsa, onları mutlaka işin uzmanına çıkarttırmalısınız, şayet bu imkanı bulamazsanız dişinizden vazgeçmeniz gerekecek, yani dişi çektirmek zorunda kalacaksınız. uzmanını bulduğunuz zaman da benim tavsiyem hepsini birden temizletmemeniz olurdu, çünkü bu esnada ne kadar dikkatli yapılırsa yapılsın mutlaka fazla miktarda civa yutacaksınız, şayet kronik bir rahatsızlığınız varsa, detox yapmışsanız ve kendinizi biraz daha iyi hissediyorsanız, amalgam dolgunuz çıkarıldığında aniden kendinizi kötü hissedebilirsiniz ancak bu sizi korkutmasın, tekrar toparlamanız ve tam olarak iyileşmeniz mümkün olacaktır.


diğer bir sebep parodontozdur, diş etleriniz çekilir ve dişleriniz daha uzun görünmeye başlar. böyle bir sorununuz varsa karaciğer ile de ilgisi olduğunu unutmamalısınız.


ve gelelim romatizmanın son sebebine yani psikoloji. genellikle bu insanlar psikolojik problemlerine hakim değildirler ve bazı durumlarda psikolojik bir sorunları olduğunun farkında da değillerdir. Doktor bu hastaları psikoloğa gönderir fakat psikologta onlara yardımcı olamazlar.


Üç temel konu var ki, bunlarla mutlaka başa çıkmamız gerekir


1. acı dolu olmak, acıyı ve kini içinde taşımak. hayatın bir yerlerinde mutlaka bir haksızlığa uğramışızdır fakat bunları bırakmaz isek ,hatta hatırladığımızda vücudumuz kasılıyorsa her defasında adrenalin salgılıyorsunuz, ne kadar nefretle dolarsanız dolun, bunun tek zararı sizedir, yalnızca size. bu duygudan kurtulmadığınız sürece özgür olamazsınız. Ama ben onu zaten affettim diyeceksiniz, hayır bu böyle bir şey değil, en iyisi bunu biraz şekillendirmek olacaktır, elinize bir kağıt alın ve o kişinin adını yazarak bu kişi bana bunları bunları yaptı diye yazın ve sonra üzerini çizip o kağıdı yakın, sonra o duygular yine içinizde büyümeye başlarsa kendinizi durdurun ''evet, bu kişi bana bunları yaptı, haksızlık yaptı fakat ben onu affettim'' şeklinde bu kararlığlığınızı sürdürün. aslında en güzeli o kişiye gidip ona bizzat ''seni affettim'' dememiz en güzeli olurdu, o kişi belki bu yaptığından dolayı pişman belki de pişman değildir, siz affettiniz diye ondan bir iyileşme, daha iyi biri olmasını beklemeyin. önemli olan sizin bu duygudan özgür olmanız


2. Bir diğer sorunlu duygu suçluluktur. hayatında hiç yanlış yapmamış bir kişi var mıdır? hiç kimse, kimse hatasız değildir. herhangi bir konu dolayısı ile suçluluk duygularından kurtulamıyorsanız siz de affedilme hakkına sahipsiniz. aksi taktirde hiç bir organınız nefes alamaz, rahat edemez, boğulursunuz.


3. Negatif düşünmek. karamsarlık. böyle biriyseniz bundan kurtulmak zorundasınız. her şeye karamsar bakmaktan vazgeçmeli ve olayların içerisinde iyi olanı, sizi geliştirecek olanı görmeyi öğrenin.



Tanıtılan Yazılar
Daha sonra tekrar deneyin
Yayınlanan yazıları burada göreceksiniz.
Son Paylaşımlar
Arşiv
Etiketlere Göre Ara
Bizi Takip Edin
  • Facebook Basic Square
  • Twitter Basic Square
  • Google+ Basic Square
bottom of page