top of page

ÖLÜM TEHLİKESİ: KAN NAKLİ

’insan kanı ticareti’’


Okul tıbbı eski metotlarına tutunmaktan vazgeçmiyor. Bütünsel düşünce (beden-ruh-maneviyat) ve alternatif şifalandırma dışlanıyor. Bir çok durumda doktorlar farma endüstrisi ve hastalar arasında yalnızca bir elçi oluyor. Bunun dışında kalanlarsa çoğunlukla kendini beğenmişlikten ibaret. Daha da kötüsü hastaların yetersiz ve hatta yanlış bilgilendirilmesi oluyor.


Oyunlardan bir tanesi Kan-nakli, çoğu zaman ‘’infüzyon’’ olarak sergileniyor ve ‘’tehlikesiz’’ olarak görülüyor.

Serolog Dr. Koelsch’in konferansından aldığımız bu içerikte ise, bir ameliyat veya bir kaza sonucunda kan naklini kabul eden hastaları bekleyen tehlikeleri anlayacaksınız.


KONFERANSTAN EN ÖNEMLİ KESİTLER


Gıda aldığımızda içeriğinde mideden karaciğer ve bağırsaklara ulaşan ve bedene ait proteinlere dönüştürülen Proteinler bulunur (aminoasitler). Durum Proteinlerin mide-bağırsak yolunun aksine direkt olarak damardan alınmasında çok farklıdır, bu durumda alınan proteinler bedene ait aminoasitlere dönüştürülemez ve bu büyük bir problem demektir.


Her insanın kendine has ve benzersiz bir parmak izi olduğu gibi kendine has protein molekülü vardır. Organizmamız kan nakli yolu ile yabancı bir protein aldığı zaman, temel olarak Antikor üretir, bu da hücrelerimize saldırı ve hasar anlamına gelir:


1.) Antikorlar kırmızı kan hücrelerine (eritrosit) yapışarak onları yok ederler. Bu esnada Hemoglobin oluşur, kişi anemi olur ve oksijen eksilmesine maruz kalır. İş gücü yataklık denilebilecek dereceye kadar düşebilir.


2.) Başka bir tehlike, beyaz kan hücreleri üzerinden tehdit oluşturur (Granülositler). Bu hücreler bedenimizde örneğin bir bakteriyel enfeksiyonu engellemek için bakteriyi içlerine hapseder, onlarla birlikte yok olur ve dışkı vasıtası ile organizmayı terkederler. Bu ‘’vücut polisleri’’ antikorlar tarafından hasar aldığı zaman, işlevi olan bir immün sistemi kalmaz.


3.) Trombositler üzerinden de hasar oluşabilir. Kanın pıhtılaşmasını sağlayan bu hücreler örneğin yaralandığımız zaman kanın durmasını sağlarlar. 100 ml kan içerisinde yaklaşık 250.000 – 350.000 civarında trombosit bulunur. Antikorlar nedeniyle bu hücreler yıkıma uğradıklarında, hasta hemofili (kanama hastalığı) olur. Bu hastalar genellikle yüksek ateş krizleri ile hastaneye gelirler ve iyileşme şansları yüksek değildir.


BİR BAŞKA TEHLİKE DAHA:


Bir kan nakli Lösemiye yol açabilir. Bu hastalığın halk arasında bilinen adı ‘’kan kanseridir’’ ki bu terim tam isabetli değildir. Çünkü burada söz konusu olan şey öncelikle kötü huylu hücrelerin birikimi değildir, ama: fakositoz denilen bir sistemimiz vardır, bu sistemin görevi bu hücreleri dışarı atarak bir kanser oluşumunu önlemektir. kan konservelerinin içerisinde Sodyum-sitrikum bulunmak zorunda olduğu için bu sistem artık işlemez. Konservedeki Trombositlerin %70’i yok olur! Geriye kalan %30’luk kısmı ise safra benzeri bir kütle tarafından (fibrinoliz) çevrelendiği için bunlar da artık işlevsel değillerdir. Ve bu şekilde bir kan naklinden – insanın inanmak isteyeceğinden daha sık – LÖSEMİ oluşur!


Bir kan naklinde en sık rastlanan şey ise bir hastalığın bulaşmasıdır, çünkü maalesef (antibiyotika kullanımı da dahil olmak üzere) kendisine karşı hiçbir çözüm bulunmayan virüsler vardır. Kontrol altına alınamayan virüs enfeksiyonları nedeniyle kan nakillerinden sonra bir çok insan ölüyor ve ölüm sebebi bu hastalık olarak geçiyor! Asıl sebep olan kan nakli ‘’halının altına süprülüyor’’.


Hasta için bunun anlamı: ÖLÜM FERMANI!


Konunun özü, hastanın bilgilendirilmesi:


Neredeyse hiç kimse yasaların bir kan naklinden önce hastanın yeteri kadar aydınlatılmasını gerekli kıldığını bilmez. Hastaya kan naklinin bütün tehlikeleri yazılı olarak açıklanmalıdır. Günlük uygulamalarda bu durum çok farklıdır. Ne tehlikeler ne de yaşamı değiştirebilecek sonuçlar anılmaz ve hatta hastanın anlayacağı bir dilde ifade bile edilmez. Bunun üzerine bir de doktorların hatacıkları (sanatsal hatalar dedikleri) sigortalı olması fakat yanlış verilen bir kan naklinin hastaya çektirdiği acıya karşı ne bir doktor ne de bir sigortanın garantisi ve tazminatı olmayışı gelir.


Jehova şahitlerinin kan nakline karşı çıktıklarını biliyorsunuzdur, kan naklini kabul etmediklerine dair noterde onaylattırdıkları bir cüzdanı yanlarında taşırlar. Sanırım burada sağlıksal ve etik etmenler aynı çatı altında toplanıyor.


Konuyla ilgili olarak şu yasal metin çok ilginç:


‘’ bir kan nakli ağır bir fiziksel yaralamayı temsil eder, lekesi ancak hastanın yazılı olarak rızasının alınmasıyla kaldırılabilir.’’


Demek ki hiçbir doktor hastanın yazılı izni olmadıkça yabancı bir kanı nakletme hakkına sahip değildir. Bu acil durumlar içinde geçerlidir!!! Bu nedenle şuradaki 180 derecelik dönüş bir skandaldır: yazılı bir izin yerine insanlar bir kan tahlilinden korunmak için noter onayı almaları gerekiyor! Daha mükemmel değerlendirme yapacak olursak aslında bu yasanın ihlalinden dolayı avukatlara başvurulması gerekecektir.


Kendi kanı’nın nakledilmesi:


Giderek daha fazla yaygınlıkta uygulanan ve planlı bir ameliyat için mantıklı görünen olay şöyle işliyor:


Hastanın kanı alınıyor, 14 gün boyunca soğutucuda bekletiliyor ve sonra – eğer gerekirse – hastaya veriliyor. 80’li yıllardan beri biliniyor olmasına rağmen, anlaşılan bir çok doktor için hala geçerli değil: alınan kanın oksijeni ve karbondioksidi taşıma yeteneği sadece 3 gündür. Oksijen atar damarlar yolu ile damarlara ve dokulara ulaştırılır. Kullanılmış oksijen (karbondioksid) vücudu toplar damar vasıtası ile (nefes vermek suretiyle) terkeder. Ama yasaya göre kan aslında gerekli olan 3 gün içerisinde geri verilemez. Bu durumda kan ancak volüm artırıcı olur ve başka da hiçbir işe yaramaz.


Fazla kan kaybı olan Kazalar:


İnsan kanı sıklıkla doktorların ve tacirlerin masasına, büyük miktarda bir kan kaybı bulunan kazalarda kan naklinin hastanın hayatta kalmasını sağlayacak tek şey olduğu argümanı ile gelir. Ve bu da bir YANLIŞTIR! Varsayalım bir araba kazasında iki veya üç litre kan kaybettik ve damarlarımız yapışmaya başladı. Artık bir kasılma yok ve biz anafilaktik şok geçiriyoruz. Burada ani bir yardım gelmezse sonu ÖLÜM olabilir! Ama: bu hayat kurtarıcı gerçekten illa bir kan nakli mi olmalıdır?


HAYIR! Bir infüzyon (Glikoz çözeltisi) veya elektrolit içerikli bir çözelti damarları açık tutmak için yeterli sıvı oranı olacaktır. Bu demektir ki, kan yapım sistemi işlevini kaybetmemiş olan her insan yalnızca 4 saat içerisinde hayati tehlikeyi atlatacak kadar kan üretecektir. Elbette ki hasta bu süreçte örneğin bisiklet sürebilecek durumda değildir, 10 – 14 gün kadar, kan volümü normale dönüşünceye kadar yatmak zorunda kalacaktır.


PEKİ KAN NAKLİ NEDEN?


Bir ameliyat esnasında olan kan kaybı hiç problem değildir çünkü temizlenerek tekrar kan dolaşımına iade edilir.


Fakat gerçekten de kan nakli olmadan atlatılamayacak bir durum vardır. Lösemi de hastalık 6 yıl sonra omuriliğin bitkinliği aşamasına ulaşır. Burada kök-hücreler atılır ve doktor buna ‘’miyoplasti der. Bu hastalara sürekli artan kan nakli yapılır (1. Gün 1 nakil, 2. Gün 2 nakil ve gerekirse daha fazla). O esnada ne oluyor? 4 hafta sonra hücreler yıkıma uğruyor çünkü konserveler ‘’eski’’ (kanın alındığı günden verildiği güne kadar 5 hafta geçmiştir, ne var ki hücrelerin fonksiyonu 3 gündür!). Sonuç: Üremi. Ayrıca karaciğer yabancı proteinle başa çıkamaz ve karaciğer parenşim hasarı oluşur ve korkunç derecede bir karın şişliği belirir.


Sonuç: hasta acılar içerisinde aldığı ilk kan naklinden 4 hafta sonra ölür. Kan nakli yapılmasaydı, bu dört haftayı önce rahat içerisinde ölecekti!


Bu örnekte doktorların yaşamı koruma görevini ne kadar yanlış anladıkları belirginleşiyor.


Kimin çıkarına?


Okul tıbbı için bir kan naklini vazgeçilmez kılan bir (nadir) durum daha vardır: Kolinesteraz eksilmesi. Bu karaciğer hastalığında kan nakli gerçekten işe yarar fakat yine de şart değildir çünkü Kolinesteraz’ı ampül olarak bulmak mümkündür. (Firma Bering, Marburg).


Bütün bunlardan sonra, neden hala hastanelerimizde kan nakli yapıldığı sorusu söz konusu oluyor. Cevap açık:


KAZANÇ BAĞIMLILIĞI


Kan bağışı yapan kişiye tıkınması için 3 euro tutarında bir paket verilir.


Kan konservesi ise 70 euro civarında pazarlanır. Ayrıca Freshfrozen-plasma yapılmak suretiyle dondurulabilir ve bu da üzerine bir 40 euro daha ilave eder. Eğer bir hasta belli bir hücreye karşı Antikor üretmişse, her biri 250 ml olan üç tane yıkanmış kan konservesi alır. Yani 300 euro ve artı Freshfrozen-plasma başına 40 euro demek oluyor. Bir tacir için 13 euro 350 euro olmuştur ve hiçbir avukat kan nakli hilesinin sonunu getirme fikrine kapılmaz.


Ve okul tıbbının beyfendileri? Bütün bunları bilmedikleri düşünülemez.


Kendisini kan naklinden korumak isteyen herkes, kimliklerinin arasında kabul etmediğine dair bir açıklama bulundurmalıdır.


Yasal geçerliliği olan metin şöyledir:


İrade beyanı


Ben, 01.01.1960 doğumlu Örnek Örnekoğlu, şu istisna dışında bütün medikal hizmetlere izin veriyorum:


Hiçbir şart altında, kan nakli (kan, kanda bulunan diğer maddeler veya kendi kanım) kabul etmiyorum. Bu bilincim kapalı olduğunda da geçerlidir.


Kan olmayan plasmadan yapılmış enfüsyonları kabul ediyorum.


İmza ve tarih.


DİKKAT!!!

Doktorlar böyle bir açıklamayı ancak bir noter onayı olduğu zaman kabul ediyorlar.




Tanıtılan Yazılar
Daha sonra tekrar deneyin
Yayınlanan yazıları burada göreceksiniz.
Son Paylaşımlar
Arşiv
Etiketlere Göre Ara
Bizi Takip Edin
  • Facebook Basic Square
  • Twitter Basic Square
  • Google+ Basic Square
bottom of page