top of page

KEMOTERAPİ İLAÇLARINDA SAHTEKARLIK

Bottrop skandalı


Bottrop davasında, bir eczane kasten, bilinçli olarak, preparatlara müstahzarlara beyan edilenden daha az aktif madde katmıştır. Çalışanlar arasında fısıltı olarak dolaşan bu olayın gün ışığına çıkması 1 yıl sürdü.


Laboratuvar müdürü bile bu kandırmacayı fark etmek için çok derin hesaplamalar yapmak zorunda kaldı. siparişler ve sağlık sigortası faturalarına dayanarak tüyler ürpertici usulsüzlükler keşfetti.


Eczane sahibi 16.000 mg yeni sitostatik ilaç Opdivo satın aldı, ancak sağlık sigortalarına 52.000 mg fatura kesti. Başka bir aktif bileşen durumunda, seyreltmelerle, toplamda 20.000 mg olduğu iddia edilen 9.000 mg müstahzar yaptı. Laboratuvar patronu tarafından yapılan kimyasal analizler, ticari verilere dayalı şüpheyi doğruladı.


Tüm verilerin değerlendirilmesi sonucunda mahkeme, yetersiz etken madde ile tedavi edilen hasta sayısının 62.000 civarında olduğunu tahmin ediyor. (sueddeutsche.de/panorama/gericht-keine-kontrolle-1.3830959).


***


HAMBURG'DA BİR OLAY


Tüm bu olanlar yine de buzdağının görünen kısmı gibi duruyor. Medya'da doktor ve eczacıların sahtekarlıklarına dair yayınlara düzenli olarak rastlıyoruz.


Örneğin Stern dergisi 2015 kasım ayında, ilaç yasasını ihlalden sabıkalı bir eczacının, 2013 yılından 2016 yılına kadar bir sağlık sigortası bünyesinde çalışmaya devam etti.


Hamburg skandalı eczacı Günter Zeifang, Mısır'dan izinsiz ilaçlar ithal etmiş ve bunları kanser ilaçlarına dönüştürmüştü. AOK ve diğer sağlık sigortası şirketleri Zeifang'ın entrikalarından haberdardı. Mesele gizli bir tazminat ödenmesiyle çözüldü. Sağlık sigortalarının kasasına 290.000 euro girmiş oldu. Sağlık sigortası şirketlerinin inanılmaz bir sürece dahil olması ancak ARD dergisi Panorama'nın araştırması sayesinde oldu.

(https://www.deutsche-apotheker-zeitung.de/news/artikel/2016/07/29/aok-kundigt-vertrag-mit-zyto-apotheker).

Anlaşılan o ki AOK sağlık sigortası şirketi için kendi finansiyel çıkarları, hastaların hayati meselelerinin önüne geçiyordu.


2015 yılında Stern dergisine bu skandal ile ilgili bilgi veren Oliver Schröm, iş arkadaşı Niklas Schenck ile birlikte bu sahtekarlık akımını ''kanser mafyası'' kitabında anlattı. Çalışma Kasım 2017'de yayınlandı ve Hamburg Yüksek Bölge Mahkemesi'nin 26 Ocak 2018 tarihli kararı nedeniyle dağıtımı yasaklandı. (Az. 324 O 598/17).


Yargıçların görüşüne göre, kitaptaki bireysel iddialar kanıtlanmadığı için Zeifang bir ihtiyati tedbir kararı almıştı. Yine mahkemenin bir başka kararı ile birlikte kitabın tüm baskıları raflardan toplatıldı. (Az. 7 W 3/18)

Kitap tamamen yasaklandı, ancak bütünüyle uygunsuz iddialar içerdiği için değil. Esasen, eserde yer almasına izin verilmeyen sadece üç iddiadan ibaretti. Örneğin, Zeifang'ın tıbbi bakım merkezlerini kendisinden ilaç sipariş etmeye zorladığı ifadesi yasaklandı.


Mahkeme birdenbire Mısır'dan yasadışı olarak ithal edilen uyuşturucuların aslında Avrupa menşeli olduğunu da kabul etti. Karara göre, Schröm ve Schenck, Zeifang'ın depolama sırasında ilaçların uygun şekilde soğutulmasını ihmal ettiğini artık iddia edemez. İki yazar ihtiyati tedbire itiraz etti, ancak muhtemelen yeni, düzeltilmiş bir baskı yayınlamak zorunda kalacaklar.



KANSER İLAÇLARINDA DÜŞÜK KALİTELİ HAMMADDELER SANILANDAN DAHA YAYGIN


Almanya'da yüksek kaliteyi korumak amacı ile yalnızca 300 eczanenin kanser ilacı yapmasına izin veriliyor. Ne var ki tam da bu üreticiler, hammaddeleri yurtdışından alıp büyük kazançlar elde etme şüphesi altındalar.


Bu komplodan tamamen haberdar olmak için bir muhbirden bir ipucu gerekliydi. Polisi, bazı eczanelerde kanıt aramak üzere ülke çapında bir arama yapmaya sevk eden de tam olarak buydu. Bottrop davası sadece laboratuvar yöneticisi ve eczacının arkadaşı şikayette bulunduğu için ortaya çıktı.


Bu olay ise yalnızca saf bir finansiyel dolandırıcılık olayı değildi. Bu ilaçların kısmen güney Amerika'dan getirtilmiş olup, Avrupa kalite standartlarına uygun olmadığı da gözönünde bulundurulması gerekir.


Alman eczacılar odası çalışanı Stefan Derix, bu ilaçların kontamine olmuş olabileceğini ve böylece hastaların sağlığı üzerinde negatif etkileri bulunacağından endişe ediyor.


Bu konular bütünlüğünde değerlendirildiğinde, kimsenin bir infüsyon şişesinin içerisinde ne bulunduğunu bilemediği gerçeği ile karşılaşıyoruz.


Etkisiz bir ilaç hastanın sonuçlarında ve geç kalındığında belli olacaktır. Bu nedenle yalnızca güvenilir eczanelere gitmeli ve gerekirse bu eczanenin polis tarafından aranıp aranmadığı sorgulanmalıdır.


YOLSUZLUK YAPTIĞINDAN ŞÜPHE EDİLEN ECZANELER


Olay bu bir konu ile kapanmıyor. Hamburger eczacılar birliği başkanı Jörn Graue, eczanelerin ürünlerini tercih etmeleri için ilaç firmaları tarafından nasıl rüşvet verildiğini anlatıyor:


Örneğin Hamburg'ta kanser ilaçları üreten bir ilaç şirketi 65 eczane ile ''danışman anlaşması'' imzaladı. Oysa söz konusu olan çoğu zaman bir danışmanlık değildir.


Eczacılara indirim uygulaması rüşvet vermenin en sevilen yoludur. Böylece bir eczacı ilaçları yasal düzenlemeye uygun şekilde liste fiyatından sipariş eder fakat daha sonra dolaylı olarak şirket eczacıya %50'lere varabilecek indirimleri geri öder, bu da eczanenin gelirini ciddi şekilde artırır.


Dolayısıyla bu geri ödemeler, eczacıların fonlarını bu şirketten almaları için komisyon niteliğindedir. Ve bu tam olarak, özellikle kemoterapi alanında yaygın görünen şeydir.


Eczacıların bu ilaç firmasının kanser ilaçlarını tercih etmeleri için 1.000 ila 3.000 Euro arasında “danışmanlık ücreti” aldıkları söyleniyor. Bu kararların artık tıbbi bakış açısı ile alınmadığını herkes tahmin edebilir.


Hastalar kendilerine en yüksek şifalanma şansı sunacak olan ilaçları değil, eczaneye en yüksek kârı bırakacak olan ilaçları almış oluyorlar.


Tabi ki doktorlar da ''doğru'' ilacı reçete etsinler diye bol bol rüşvet akışından faydalanıyorlar. Jörn Graue, farma şirketlerinin kendi ilaçlarının eczanelere ve böylece hastalara ulaşması için yaptıkları bu işlere ''mafyöz davranış'' diyor.


İLAÇ ÜRETİCİLERİ FİYATI DİKTE EDİYORLAR


Bu, sağlık sistemi için muazzam bir maliyet baskısına neden olur diyen Onkolog Wolf-Dieter Ludwig, Almanya'da yeni onaylanan ilaçların fiyatlandırmasının piyasa yasalarına tabi olmamasını genel olarak eleştiriyor.



Örneklendirmek gerekirse, etken maddesi Imatinib olan ve özellikle kan kanserinde kullanılan ilacın yıllık tedavi ücreti 40.000 euro'yu bulabilir. Bir çok rakibi olduğu halde bu ilacın ücreti düşmedi. Bazı sitostatikler ise sağlık sigortalarına yılda 100.000 euro'ya mal oluyor.


( https://deutsche-wirtschafts-nachrichten.de/2014/01/13/chemotherapie-milliarden-geschaeft-fuer-die-pharmaindustrie/). Amerika'da ise ücretler aylık olarak 35.000 dolara kadar çıkabiliyor.


Alman televizyon kanalı 3-sat'ın yaptığı bir yayında, 2007 yılından bu yana kanser ilaçları fiyatlarının %258 oranda arttığı açıklanıyor.



Farma şirketleri ise bu eleştirilere adeta refleks yanıtlar vererek bu ilaçların geliştirilme masraflarının yüksek olduğunu söylüyorlar. Örneğin Lobby 2014, bir ilacın yeni çıkarılması için gereken masrafın 2,6 milyar dolar olduğunu söylüyor.



''Sınırsız doktorlar'' organizasyonu ise bunu derhal reddediyorlar ve anlaşmalara göre tahminen üretim ücretinin 150 milyon Euro civarında olması gerektiğini söylüyorlar.



Kanser ile mücadele alanında kâr devasa boyutlarda: Her yıl farma şirketleri 100 milyar dolar kâr elde ediyorlar.

Bu durum hastalar için felakettir. Birçokları için kemoterapi ilaçları kanserden kurtulmanın son umududur. Bu umudun çoğu vaka'da bir anlamı olmasa, başarı oranı sanılanın çok altında olsa da bu ayrı bir konu. Ancak ilaç yardımcı olacaksa ve yan etkiler tolere edilebilir düzeyde kalacaksa, en azından hastaya ve hastalığına çok iyi adapte olmaları gerekir. Örneğin Kemoterapiden önce tümör numuneleri üzerinde duyarlılık testleri mümkündür, ancak sağlık sigortası bunları karşılamamaktadır.



Birkaç yıldır, kanser tedavisinde biyofarmasötikler (biyolojikler) giderek daha fazla (ve ek olarak) kullanılmaktadır.

Biyoteknolojik olarak üretilen müstahzarlar, fizyolojik süreçlere biyolojik olarak müdahale eden proteinler veya nükleik asitlerden (genetik materyal) oluşur.


Bu arada, birçok biyolojik ürünün patent koruması sona ermiştir, bu nedenle artık "biyobenzerler" olarak adlandırılan jenerik olarak da mevcutturlar. Bu taklit ürünler ise orjinallerinden üçte bir oranında daha düşük maliyetliler.


Yasaya göre bu ilaçlar bileşen ve kalite bakımından farklı olamazlar. Bu ilaçların şimdiye kadar hiç bir negatif belirtisi olmamış ve bir kez bile piyasadan toplatılmamıştır.


Buna rağmen doktorlar orjinali kullanmayı tercih ediyorlar. 2016 yılında biyobenzerlerin payı, tüm biyofarmasötiklerin satışlarının sadece %1.9'uydu. Daha ucuz alternatifin tutarlı kullanımı sağlık sisteminde 526 milyon € tasarruf sağlayabilir.


Görüldüğü üzere burada söz konusu olan hastanın maddi ve manevi faydası değil farma şirketlerinin kâr oranı, doktor ve eczacıların kâr payıdır.







Tanıtılan Yazılar
Daha sonra tekrar deneyin
Yayınlanan yazıları burada göreceksiniz.
Son Paylaşımlar
Arşiv
Etiketlere Göre Ara
Bizi Takip Edin
  • Facebook Basic Square
  • Twitter Basic Square
  • Google+ Basic Square
bottom of page